
Türkiye'nin tarihi aydınlatılamayan
cinayetlerle, vahşetlerle dolu: Küçük Asya'
da Osmanlı' nın kan
emici kültürü bir türlü
yıkılamadı.Ergenekon soruşturması süreklilik
kazanan karanlık olayların aydınlatılması
için bir vesile olmalıyken konu hızlıca
saptrılmaya çalışılıyor. Genç-palu Seyh Sait,
Dersim, Zilan, Koçgiri, 1915 Ermeni
soykırımı ve arkasından Karadeniz Rum Pontus
halklarının kırımı, askeri darbeler
hazırlığı için yapılan kıyımlar, Hrant Dink
cinayetinden, Malatya kıyımına, Santoro
cinayetinden Kışlalı suikastına kadar üstüne
gidilmeyen, gidilemeyen tüm dosyalar
ciddiyetle ele alınmalıyken esas GLADYATOR
yumruğunu yere vuruyor ve deşifre olmuş bazı
emekli subayları göstermelik şekilde
tantanayla ortaya sürüp ana gücünü korumaya
devam ediyor. Ergenekon soruşturmasıyla
tasfiye edilmek istenilen kesimin uçlaşmış
ve marjinalleşmiş olmaları dikkat çekicidir.
Adeta ‘ipini sermiş, ununu elemiş’ bu
kesimlerin geçmiş pratiklerinin ardında ki
siyasetle yüzleşilmemesini bir gelişme
olarak değil aslında bir tehlike olarak
yorumlamak mümkündür. Genelkurmay’ın bu
gelişmeler karşısında sözde ‘ordu
disiplinine aykırı davranmış’ emekli
artıklarının tasfiyesi karşısında kendi
itibarını yeniden kurma niyetinde olduğu çok
açıktır. Bu sürecin demokratikleşmeye değil
itibarını ve otoritesini daha da
sağlamlaştırmış bir askeri gücün siyaseten
daha inisiyatifli bir hale gelmesine yol
açması olasıdır. En azından Kürtlere karşı
uygulanacak siyasette böylesi bir sonuç
ortaya çıkacaktır. Hem bu soruşturmaya
yaklaşımla hükümetle sözleşmesini Org.Başbuğ
şahsında yenilemiş hem de otoritesini tekrar
kurmuş olacaktır. Emekli askerlerin
soruşturmasına onay veren Genelkurmay’ın
mevcut başkanının Şemdinli’deki ‘iyi
çocukları’ sahiplenmesi başka nasıl izah
edilecektir.Gladyator denilen TC derin
devleti' nin içeri tıktıkları birer maşadır,
pilleri bitmiş emekli ve deşifre olmuş
elemanlardır. Bunları tasfiye etmenin
zorunluluğu vardır, çünkü bunların bu saaten
sonra yapacakları tek şey öne çıkıp arkada
ki büyük canavarın yani TÜRK ORDUSUNUN
devamlılığını sağlamaktır. Avrupa pazarlarında akan “eroin” kanalları,
her adım başı kurulan camilerin cinayetli,
işkenceli paylaşım savaşları mekanı olması,
futbol adına Türk bayraklı eylemlerle Avrupa
halklarına korku salınması, her neyse,
devlet destekli din tacirleri için Kürdistan,
hep verimli avlaktı. Dün öyleydi, bugün de
böyle. Kürdistan halkı, sülale boyu, güçten
güler yüz görmemiş, hep itilmiş, görüldüğü
yerde “ben devletim lan” bağırtısı
koyuvermiş sivil ya da üniformalı maaşlılar
tarafından tokatlanmış, sorgusuz sualsiz
öldürülmüş, evi, köyü eğlence niyetine
yakılmış fukara Kürt, derdine yanarken, eli
tesbihli, gözleri yarı yumuk, dudakları
kıpır kıpır kıpırdayan birini görünce,
“gaddar polisin yanında, iyi kalpli polis”
rolüne çıkmış görevli, “din peçeli rejim
muhafızı” olduğunu, aklına bile getirmeden,
ona sarılmaya devam ediyor, Allah, din, iman
dolu dizgin “devşirmeciliğe” koşuyor, bir
insan teslim edenler, döndürülmüş,
başkalaştırılmış, ırkçı rejim muhafızı bir
tip teslim alıyor, yine de “oğlum okutuldu,
Allah razı olsun” demeye devam ediyor.
1980’lerde, “dini terbiye” adına, bir
vuruşta, 2 000 Kürt genci toplandı. O da
“Allah için”di. Sonra Hizbullah çeteleri (Hizbi
Kontra) olarak, kendi halkının, hatta
ailesinin tepesinde belirdiler, bunlar.
Diyarbakır ve Batman’da bangır bangır Kürtçe
müzik bağırtan Ergenekon kontralarına
uşaklık yapmaya devam ediyorlar. Kürtler, Türkler, Aleviler, Lazlar, Rum ve
Ermeni kökenli, kimliğini unutmuş Anadolu
halkları cahilce faşist AKP müslümanlarına,
Sabataycı CHP ve ORDUYA 'ya güveniyor,
onların oyunlarına gelmeye devam ediyorlar.
Laiklik adına Şafi ve Sunni İslam
barbarlığının en büyük savunucularına
dalkavukluk yapmanın sonu yoktur. Solu,
solun değerlerini, ilkelerini çoktan terk
etmiş, üretmeyen, gerici, parazit Osmanlıcı
kodamanlar yönetimi sayesinde de nice nice
Tayyip’lerin yolu var. TC ordusu, " her köye
bir cami, her köye bir imam, her okulda
zorunlu din dersi", şeklinde pratikleşen bu
somut İslamı 1980 lerde oluşturmaya
başlamadı mı* Kenan Evren ve 1981*82 MGK
belgelerine bakınız- ?! Bunların tek amacı, hangi yoldan olursa
olsun Zaza, Laz ve Kürtlerin baskı altında
tutulmasıdır: AKP, CHP, Fetullah, Hizbullah,
ERGENEKON bunun için vardır ve olacaktır, bu
noktadan sonra bunların başka bir fonksiyonu
da olmayacaktır, Sabataycı militer - sivil
elite tabakasınca bunlara verilen görev de
budur. Savaşı kürtler başlatmadı. 1980
darbesi kürtlere karşı yapıldı. Gözaltına
alınan 900 bin insanın ezici çoğunluğu
kürtlerdi. İşkence ve kaybetmelerle,
köylerin sivil-savunmasız insanlarına kadar
uzanan cinsel saldırı da dahil diğer ağır
baskı biçimleri uygulamakla, varolan kürt
örgütlerinin de üzerinde kürtlerin tümüne
yönelik olarak kapsamı son derece geniş
tutulmuş bir baskı çemberi kuruldu.
Kürdistan'ın her sokağı, her köyü,
istisnasız her evi silahlı denetim ve baskı
altına altına alındı. Kürtlere savaşmak
dşında hiçbir yol bırakılmadı. Savaşın
gerekçeleriyle birlikte savaş hali
tarafından oluşturuldu ve yürürlüğe kondu.
Zazalar ve Kürtler olarak, Müslümanların ve
Askerlerin 170 yıldan beri Anadolu -
Mezopotamya halklarına dayattıkları oyunu
bozmak için, faşist şovenist dalgaya karşı
eşitlik ve özgürlük şıarını yükseltmeli ve
kendi bağımsız yolumuzdan ilerlemeliyiz.
Kürdistan Zaza Kürt Alevi, demokrat ve
ilerici güçler bunun bir yerde güç denemesi
olduğunuda unutmadan hareket ederek, aktif
rol oynamalı ve güçlerini birleştirerek
militer Ergenekon, Köy koruyucuları, Türk
polisi ve askeri, Türk İslam faşizminin
Kürdistan' dan kovulması için
çalışmalıdırlar. Ne Osmanlıcı Müslüman çetelerin ve askeri
darbe şakşakçısı zalimlerin sözcüleri, MHP -
CHP... Ne yeşil sermayenin ajanı sahte
demokrat, Yavuz Selimci İslamcı AKP... Bu
partiler yıllardır kandırdıkları halkımızdan
utanmazca destek aramaya devam ediyorlar.
Türkiye’de demokratik sistem hiç yoktu ki
şimdi bir duvara çarpsın. Sistemin
sahiplerinin onu demokrasi gibi sunmaları,
kendilerini değilse bile, halkı aldatmaya
yönelikti.Çünkü bu ülkede, nüfusun üçte
birini oluşturan Kürtler için demokrasi hiç
var olmadı. Bugün de sistem, Kürtlerin
haklarını tanıyacağına onlara karşı
savaşıyor, Kürdistan’ı altüst ediyor.Bu
ülkede, nüfusun dörtte birini oluşturan
Aleviler hiçbir dönemde inanç özgürlüğüne
sahip olmadılar. Onlar için de demokrasi
yoktu.Müslüman ya da Hıristiyan; Rum,
Ermeni, Gürcü, Laz, Çerkez, Pomak, Boşnak,
Arnavut, Arap, Roman ve öteki etnik gruplar,
hiç bir dönemde dil-kültür ve inançlarında
özgür olmadılar. Onlar için de demokrasi
yoktu.Bu ülkede işçiler, emekçiler hiçbir
dönemde siyasal, sendikal haklarına tam
olarak sahip olmadılar. Onlar için de
demokrasi var olmadı.Bu ülkede aydınlar
hiçbir dönemde, sistemin uygulamalarıyla
çelişen görüşlerini özgürce dile
getiremediler. Burada zindanı, işkenceyi
tanımamış aydın aydından sayılmaz...
Acımasızca yok edilenler, sürgünde ölenler
de cabası...Ülkede geçerli sistem uzun dönem
militarizme dayalı Kemalist diktatörlüktü.
Sözde çok partili yaşama geçildikten ve
seçim yoluyla hükümetler değiştikten sonra
da demokrasi bir görüntü olmaktan öteye
gidemedi. Ülkede darbeler birbirini izledi.
12 Mart ve 12 Eylül’ün ardından ise sistem
tam bir faşizme dönüştü.Bugün o faşist
çarkın, “Anayasa” adlı polis tüzüğü dahil,
tüm kurumları ayakta... Bu Anayasa Mahkemesi
de, MGK da, YÖK de bu darbelerin ve faşist
çarkın ürünleri.Generaller ülkeyi doğrudan,
darbeler ve cuntalar eliyle yönetmedikleri
zaman da sivil görünümlü hükümetleri ve
parlamentoyu denetlediler. Ordunun sopası
hep yürütmenin ve yasamanın, hatta yargının
tepesinde oldu. Ülkeyi MGK eliyle ve “gizli
anayasa”larla yönettiler. Parlamento, şu
Anayasa Mahkemesi tüm yetkilerini resmen
elinden alıncaya kadar da hiçbir dönemde
özgürce yasa çıkaramadı. Ama bu hükümetlerin
ve parlamentonun kendisi de zaten
demokrasiyi değil, militarizmi, şovenizmi
içselleştirmiş. Sistemin sivillerinin
sistemin askerlerinden bir farkları
yok.Örneğin 1960 darbesiyle devrilen
Menderes ve arkadaşları ne ölçüde
demokrattılar? 1959 yılında, yakalayıp
Harbiye’nin zemin katındaki karanlık ve
rutubetli hücrelere koydukları, bir yıla
yakın süre hakim önüne çıkarmadıkları 49
Kürt aydınına yönelik tavırları nasıl bir
şeydi? Kürt devleti kurmaya çalışmakla
suçlanıp TCK’nın 125. maddesi, yani idam
talebiyle yargılanan bu aydınlar ne
yapmışlardı? Ne ellerine silah almışlar, ne
de açık ya da gizli bir dernek kurmuşlardı.
İşin garibi, hükümetin inisiyatifiyle
hazırlanan gizli raporda, bu Kürt aydınları
komünist olarak gösterilip, Amerika’ya ve
NATO’ya komünizmle mücadele ediliyor
görüntüsü verilerek yeni mali ve askeri
yardımlar isteniyordu...Ya 1955 yılı 6-7
Eylülünde İstanbul’daki Rum ve Ermeni
azınlıklara karşı düzenlenen kanlı
provokasyon?..Menderes, Bayar ve arkadaşları
işte böyle demokratlardı! Ya Menderes’ten
sonra gelen siviller?.. Hayatı demagojiyle,
halkı aldatmakla geçen, post uğruna her
türden katille, faşistle, askeri cunta ile
işbirliği yapmaktan geri kalmayan Demirel?..
“Karaoğlan” ve “umut” imajıyla, sol kılıkla
sahneye çıkıp, elinde güç varken ülkenin sol
ve demokrasi güçleriyle ittifaktan kaçınan,
şer güçlerini yatıştırmak için habire sola
ve demokrasi güçlerine vuran, Kürt asıllı
olduğu halde hayatı boyunca Kürtleri yok
sayan Ecevit?.. Önce 12 Eylül cuntasının
ekonomi işlerindeki gözdesi, başbakan
olduktan sonra da Kürt sorununa çözüm diye,
faşist rejimin Kürdistan’ın kırsal kesimini
boşaltma projesine sahip çıkan Özal?..Bütün
bu baylar, kendi iktidarlarına engel
olmadığı sürece ülkede var olan, yığınları
ezen, soyan, aç bırakan, yasakçı, işkenceci
sistemi demokrasi diye göstermekten geri
kalmadılar. Ama böyle bir demokrasi olmazdı,
kendilerine yettiği kadarıyla bile
yürümezdi. Nitekim yürümedi. Ve tüm bu
baylar ikiyüzlülüklerinin, sistemin
suçlarına ortak olmanın cezasını şu veya bu
şekilde ödediler. Darbelere hedef oldular,
zindanlara düştüler; kiminin iktidarı ipte
sonuçlandı, kimi suikastlere hedef oldu,
kimi zehirlendi...Şimdi de şu AKP’nin ve Bay
Erdoğan’la Gül’ün “demokrasi” serüvenlerini
izliyoruz. Onlar da aynı anlayışı
sürdüyorlar. Kendilerine iktidar yolunu
açması koşuluyla militarizmle, faşizmle
uzlaşmaya, iktidarı onlarla paylaşmaya
dünden razılar. Zaten daha dün, MHP ile
birlikte bu sistemin yedek güçleri idiler.
Kanlı pazarlarda, Maraş’ta, Malatya’da,
ülkenin dörtbir yanında, son olarak Sivas’ta
sola ve demokrasi güçlerine karşı sahne
aldılar, din ve vatan uğruna öldürüp
yaktılar. Bu arada, ABD’nin yeşil kuşak
siyasetinin de katkısıyla palazlandılar.
Günü geldi, yedek güç olduklarını unutup
doğrudan iktidara oynadılar. Ne var ki
sistem buna izin vermezdi. Nitekim, önce
Erbakan liderliğinde ve Refah Partisi eliyle
denenen iktidar maceraları boşa çıkarıldı.
Bir benzerini şimdi Erdoğan liderliğindeki
AKP yaşıyor. Kendilerini ülkenin ve sistemin
asıl sahipleri olarak gören
Kemalist-militarist kesim, yüzde 47 oya ve
sistemle tüm uyuşma çabalarına rağmen bu
fırsatı onlara vermiyor, vermeyecek.Erdoğan
da kendisinden öncekilerin, Menderes’in,
Demirel’in, Özal’ın yolunu izliyor. Sistemin
ekenomik yapısına hiçbir itirazı yok.
Emekçilerin hak ve özgürlükleri umurunda
bile değil. O işverenlerin safında. Kürtlere
karşı tutumu ordununkinden farklı değil.
Şemdinli olayında hukukun ayaklar altına
alınmasına suç ortağı oldu. Alevilere inanç
özgürlüğü tanımak aklının köşesinden
geçmiyor; zorunlu din derslerini, Diyanet
İşleri Teşkilatı’nı canla başla savunuyor.
Hıristiyan aydınlara ve din adamlarına karşı
işlenen cinayetlerin hasır altı edilmesine
göz yumdu. Sözde demokratik, sivil anayasa
girişimini yozlaştırıp türban özgürlüğüne
indirgedi. İçerde ve dışarda onca fırtına
koparan, düşünce özgürlüğünün önünde bir
dikene dönüşmüş 301 maddeyi bile kaldırmaya
yanaşmadı.Böyle bir AKP’nin demokratlığına
kim inanır?Bu anlayışla ne demokrasi
kazanılır, ne de hükümetin ve parlamentonun
saygınlığı korunur. Mesele bu ülkede geçerli
sistemin demokrasi değil, faşizm olduğunu
görüp itiraf etmekte. Eğer demokrasi
kazanılacaksa bu sistemin kökünden değişmesi
gerekir. Oysa AKP’nin böyle bir derdi yok.
Böyle bir AKP’yi savunmak da halkı veya
demokrasiyi savunmak değildir. Son dönemde
ortalıkta boy gösteren, ‘sivil’ faşizan
örgütler kuran, kahramanlık hikayelerini
temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp topluma
sunan, her tarafa akıl veren ve pervasız bir
cürete sahip olan emekli askerlerin tümünün
kariyerinin Kürtlere karşı uygulanan savaşta
kanlı bir pratiğe dayanması göz ardı
edilmemelidir. Elbette bu askerlerin kanlı
serüvenleri Ordu-sivil (devlet) işbirliğine
dayanan merkezi Kürt siyasetinin pratik bir
sonucudur. Ve asıl bu noktada bir yargılama
ve hesaplaşma gerekiyor. Görev yaptıkları
dönemde Kürt halkına kan kusturanlara, bu
suçlarından dolayı hesap sorulmadan, bu
kanlı ve kirli sıyaset mahkum edilmeden
demokratik bir sürecin gelişmeyeceği
açıktır. Mevcut haliyle bu dava iktidar
kavgalarının bir parçası olmaktan başka bir
anlama gelmeyecektir
PALE
|