Din,
Kürt yurtseverliğine karşı bir araç olarak kullanıldı
Mehmet Bayrak
Tarihten bu yana, Kürt-Türk ilişkilerinde "kullanılan" en önemli ayıraç,
İslamiyet ve dince kutsal sayılan değerler olmuş.
Şöyle, geçmişe dönük bir bellek yoklaması yaptığımızda, bu gerçeklikle
hemen karşılaşırız.
İlk buluşma; Malazgirt'te Türklerle
Kürtler
Bilindiği gibi, Kürtlerle Türklerin bu bağlamda ilk buluşması, Türklere
Önasya'nın yani Anadolu'nun kapılarını açan Malazgirt Savaşı'dır.
Türkler, göçebe topluluklar halinde Kafkasya ve İran üzerinden güneye
doğru sarkınca, yolları üzerindeki Kürt ve Ermeni toprak ürünlerine
önemli hasarlar verirler. Bunun üzerine, Kürt mirleri, Alp Arslan ve
yakınındaki Türk beylerine başvurarak, şikayette bulunurlar. Alp Arslan
ise, Kürt mirlerine gönderdiği mektuplarda; halkının yoksul olduğunu,
bu nedenle açlıktan bu türden talanlara başvurduklarını, ancak asıl
hedeflerinin Müslüman Kürt malları değil; Hiristiyan Ermeni malları
olduğunu söyleyerek, "Müslümanlık" ortak bileşkesini kullanmaya başlar.
Bu bileşkenin kullanılması, 1071'deki Malazgirt Savaşı'nda doruk
noktasına ulaşır. Bilindiği gibi, Bizans İmparatoru Romen Diyojen, 200
bin kişilik büyük ordusuyla "Müslüman Türkler'i işgal ettikleri
topraklarından kovmak için saldırıya geçer. Ordusunda, 20 bin dolayında
paralı Hiristiyan Türk askeri de vardır. Bu büyük tehlike karşısında,
Türk Hükümdarı Alp Arslan'ın yardım için başvurduğu kesim "Müslüman"
Kürt mirleri" olur...
Koyu ve softa bir Müslüman olan Veziriazamı Nizamülmülk'ü, elçi olarak
yardım amacıyla Kürt mirliklerine gönderir. Kürtlerden destek istenirken,
kullanılan ortak payda, yine Bizanslıların "kafir"liği
karşısında "Müslüman kardeşliği" olur...
Gerçekten de, Kürtler, Selçuklu kaynaklarında da vurgulandığı gibi 10-15
bin savaşçıyla Alp Arslan'ın ordusna destek verir ve ordusu içinde
önceden anlaşmazlık çıkan Romen Diyojen, yenilgiye uğrar ve böylece
Anadolu'nun kapıları Türklere açılır. (Bu konuda bkz. Ergun Balcı:
Malazgirt; Türkler'le Kürtler'in Ortak
Zaferi, Hür. 30.8.1996; Türkler
ve Kürtler, Cumhuriyet,
22.4.1991/ 6.4.1994/ 20.2.1998).
Yavuz Selim'in 'Kürt' politikası
16. yüzyıl, sınırlarını doğuya doğru genişletmeye çalışan Osmanlı
devletiyle, sınırlarını batıya doğru genişletmeye çalışan Sefevi devleti
arasında yoğun bir rakabete ve çatışmaya sahne olur.
İmparatorluk düzeyine ulaşma çabasındaki bu iki devletin kesişme
bölgesinde Kürdistan ve Kürtler vardır. Bu nedenle, hangisi Kürtleri
yanına alırsa o, ötekine üstün gelecektir. Bu aşamada yine Yavuz
Selim'in liderliğindeki Osmanlı yönetimi "Müslümanlık" ortak bileşkesine
sarılarak, Kürtlerle diyaloğa girer. İdris-i Bidlisi, elçi olarak Kürt
beylerine gönderilerek, fiili statüleri bir fermanla resmileştirilerek,
Kürt mirliklrinin büyük çoğunluğunun ittifakı sağlanır. Bir bölümü ise,
Şah İsmail'le işbirliği yapar.
Bu arada, Kızılbaş Kürtler genellikle ortada durmaktadır. Yavuz,
ulemasına hazırlattığı fetvalarla, bir tehlike olarak gördüğü
Kızılbaşlar üzerinde bir katliyama girişirken; Safevi yöneticileri,
kendi sınırları içerisinde bulunan Dersim Kızılbaş Kürtlerinden
onbinlercesini Horasan bölgesine yollar. Onlar da, Kızılbaş Kürtleri
Horasan'ın kuzeyindeki Sünni Türkmen ve Özbeklerin saldırılarını
önlemekten kullanırlar. Bu Dersimli sürgünlerin büyük bölümü, 17.
yüzyılın ortalarında Kasr-ı Şirin Antlaşması üzerine önceki yurtlarına
geri döner.
Din ve dince kutsal sayılan değerler, savaş dönemlerinde kullanıldığı
gibi, yeri gelince barış için de kullanılmaktadır. Sözgelimi Yavuz Selim
döneminde doruk noktasına varan ve onbinlerce, belki de yüzbinlerce
kişinin hayatına maledilen Osmanlı-Safevi çekişmesinden sonra 1555 Barış
Antlaşması'nın imzalanması aşamasında, Kuran'dan bazı ayetler dayanak
gösterilerek şöyle deniliyordu: "Padişah
ve hükümdarların ananesi, aralarında sulh sağlamak olduğu için, sulh
anlaşmasının imzalanması İslam dinine uygun ve Müslümanın menfaatinedir."
(Bkz. M. Bayrak: Pir Sultan Abdal,
Ank. 1986, s. 48-49)
II. Abdülhamid'in Kürt politikasi
Kürtlerin Türklerin hizmetine sokma bağlamında İslamiyeti en yoğun
biçimde kullanan padişahlardan biri de II. Abdülhamid olur. O, döneminde
yoğunlaşan Kürt ve Ermeni sorunlarını kendi yöntemleriyle çözmede "Müslüman
Kürt-Türk" kartını alabildiğine kullanır. Salt Sünni/ Müslüman
Kürtlerden oluşturduğu Hamidiye (Aşiret) Süvari Alayları'yla, bir taşla
beş kuş vurur. Hamidiye Alayları yoluyla, Alevi ve Sünni Kürt blokuna
büyük ve onulmaz bir darbe vurur. Alevi ve Sünni Kürt çelişkisinde, bu
politika yeni bir kırılma noktası olur. Çünkü, bugünkü Koruculuk
sisteminin kökenini oluşturan Hamidiye Alayları, devletin milis kuvveti
sıfatıyla onlara karşı da kullanılır. Sünni Kürtler, onu "Bave
Kurdan/ Kürtlerin babası" olarak adlandırırken; onun bu yıkıcı
politikasını elkeştirerek kendisine başvuran Dersim'in Kızılbaş
Kürtlerini susturmak için de, birkaç çocuğunu aşiret mektebine alarak
subay yetyiştirir; ancak bunun karşılığında da halkı Müslümanlığa çekmek
için bölgeye "halkı irşad edecek" Hanefi din adamları yollar, ellerinde
Kuran'larıyla birlikte...
'Milli Mücadele' yılları
Milli Mücadele yıllarında, yine dinin ve dince kutsal sayılan değerlerin
nasıl kullanıldığı herkesçe bilinmektedir. Burada kullanılan kurumlardan
biri "halifelik" ortak bileşkesidir. Bilindiği gibi, salt ilk Meclis, üç
kez Halifeye bağlılık deklarasyonu yayımlar. Türk halkı söylemi yerine,
"İslam anasırı"na vurgu yapılarak, başta Kürtler olmak üzere diğer
halkların desteği sağlanmaya çalışılır. Erzurum ve Sivas Kongreleri ile
Amasya Protokolü'ndeki anlatımlar bunun ilginç örnekleridir. Kürt
coğrafyasında oluşturulan Vilayat-ı
Şarkiye Müdafaa-yı Kukuk-u Milliye Cemiyeti'nin -ki bazı
kaynaklarda Doğu illeri yerine Kürdistan kavramı geçer- program ve
ilkeleri çalışmalarda esas alınır.
Daha çarpıcı bir gelişme ise, 1925 Kürt Ulusal Direnme Hareketi
döneminde yaşanır. (Kemalist ideologlar, bu hareketi kasten
Şeyh Said İsyanı olarak sunarken;
dönemin Kürt aydınları bu hareketi "1925
Kürt İhtilali" olarak nitelendirmektedirler.) Bu Kürt isyanını
bastırmak için başvurulan güçlerden biri, daha bir yıl önce lağvedilen
Aşiret Süvari Alayları'nın kalıntısı konumundaki
Mahalli Milis Kuvvetleri olur...
1925'te gizlice hazırlanıp yürürlüğe konulan Şark Islahat Planı ile
askere havale edilen Kürt sorunu yakın tarihlere kadar çözülemediği için;
1980'li yıllardaki PKK Hareketi'nden sonra yine "Müslüman Kürt" unsuruna
başvurularak, 100 bine yakın kişiden oluşan
Koruculuk Sistemi oluştururlur...
Çıkmaz yol olduğu önceden belli olan bu sonuncu Kürt politikasında da,
onbinlerce insan hayatını kaybederken; salt 12 Mart cuntasından bu yana
binlerce Kürt, faili meçhul (gerçekte belli) cinayetlere kurban gider...
Sunuç...
Tüm anlatılanlar da gösteriyor ki; Kürtler, Müslüman olmaktan
kaynaklanan bir baskıya maruz kalmadıkları gibi, "Müslümanlık" sürekli
olarak onların yurtsever ve milliyetçi istemlerini bastırmak için bir
araç olarak kullanılıyor... Bunun son ve kötü örneklerinden biri de,
Kürtler'in "Hizbu'l-Kontra"
olarak nitelendirdikleri Hizbullah
hareketiydi... Dolayısıyla, somut bir ulusal sorun olan Kürt
sorununun, Müslümanlıkla çözülmesi söz konusu olamaz.
Sorun, anacak Kürt halkının ulusal-demokratik hak talepleri gözetilerek,
barış ve diyalog içinde çözülür...
Mehmet Bayrak